28 EKİM 1946 günü Türkiye’de Balıkesir ili Sındırgı ilçesi Düvertepe köyünde Hasan Hüseyin-Hediye evliliklerinin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldim. Doğduğum gün öğleden sonra tüm Türkiye’de bayraklar göndere çekildi ve ertesi gün Türkiye Cumhuriyeti’nin 23.kuruluş yıldönümü kutlandı. Ne güzel bir rastlantı!
Çocukluğum, zamanında
on sekiz köyün bağlı olduğu ve hükümet konağı bulunan
nahiye merkezi olan Düvertepe’de geçti. Ülkemde tek partili dönemden çok
partili döneme geçişin ve iktidar değişikliğinin köyümde
de coşkulu kutlamaları olduğunu hatırlıyorum.
İlkokul eğitimini
1952-1957 yılları arasında
Düvertepe ilkokulu’nda
aldım. İlk üç sınıfta birleştirilmiş sınıf
eğitimi, dördüncü ve beşinci sınıflarda tek sınıf
eğitimi uygulanıyordu. Eğitim-öğretim yılı
eylül ayı ortalarında başlıyordu ve ben, pekmez kaynatma
işimiz bitinceye kadar bağ evimizden okula gidip gelirdim. Eğitim-öğretim
yılı bitimi mayıs ayı başlarıydı ve ben,
yaz başlayıncaya kadar her gün iki kilometre kadar uzaklıktaki
“sarı alan” yaylasına
mandaları götürüp getirirdim (sevgili eşim manda çobanlığı
yapardım dememe kızıyor). O zamanlar sarı alan yaylası
harikaydı; kurt, çakal, domuz, ayı, tilki, akbaba, kartal, karga,
üveyik, bülbül ve daha pek çok memeli veya kanatlı yırtıcı
hayvan bulunurdu; kargalar ve kurbağalar ile bunların yavrularıyla
dostluklarımız, acı-tatlı anılarımız
oldu; sekizinci kardeş saydığım teyzem oğlu sevgili
Metin Şentürk şimdi
bunları hatırlatıp anlatınca bazen utanırız
bazen güleriz. Yaz başında bağ evine taşınır
ve oradaki tarlalarda orak biçme, döven sürme, bahçe çapalama ve sulama
gibi işlerde çalışırdım. Ayrıca mandaları
ekinleri biçilmiş tarlalarda otlatırdım. Sıtmaya yakalandığımı
ve sıtma nöbetlerini tarlalarda ağaç gölgelerinde geçirdiğimi
hatırlıyorum. Düvertepe’den başka, köyümüzün karşısındaki Şapçı
köyünü karşıdan gördüğümü ve bir defa da iki kilometre kadar
uzaklıktaki Sakarı köyüne gittiğimi de hatırlıyorum.
Ortaokul eğitimimi
1957-1960 yılları arasında Sındırgı Ortaokulu’nda
aldım. Babam, ocak başı olan bir odaya bir yer yatağı,
birkaç kap ve biraz odun ile beni yerleştirip köye dönerdi. Annem,
ilçede pazar kurulduğu cumartesi günleri köyden ilçeye gelenlerle haftalık
ekmek, yoğurt ve diğer yiyeceklerle beş lira kadar harçlık
gönderirdi. Sabahları suyu kaynattıktan sonra biraz tarhana katıp
karıştırarak çorba yapmayı o zaman öğrendim. Okula
giderken ocağı yakıp saç ayağı üzerine, okuldan
gelinceye kadar pişsin diye kuru fasulye tenceresini koyup gittiğimi
hatırlıyorum. Bilinçsizlik mi çaresizlik mi cesaret mi? Arayıl
tatili ya da yaz tatili başladığında bazen yaya olarak
ilçeye otuz beş kilometre uzaklıktaki köyüme dönerdim. Köye vardığımda
genelde annemi evde bulamazdım; tarlada işte ya da hayvanların
başında olurdu. O yıllarda mandalarımız azdı
ama 60-70 kadar koyunumuz vardı. Ben, Sındırgı’dan gelir
gelmez eşyalarımı eve bırakıp annemden koyunların
sorumluluğunu teslim alırdım ve bu sorumluluk, Sındırgı’ya
okuluma döneceğim güne kadar sürerdi (sevgili eşim, koyun çobanlığı
yapardım dememe de kızıyor). Tatillerde tek lüksüm, Simav
çayı kıyısında bulunan tarlamıza armut toplamaya
gittiğimde çayda yüzmeye çalışmaktı. Sındırgı
Ortaokulu’nu 1960 yılında bitirdim ve aynı yıl 27 Mayıs
1960 ihtilali sonrası ülkemdeki değişimleri de görüp yaşadım.
Ortaokul mezunu olarak
girdiğim Edirne
Erkek Öğretmen Okulu giriş sınavını kazanmam
üzerine Babam tarafından bu okula parasız yatılı olarak
yerleştirildim. 1960-1963 yılları arasında Edirne Erkek
Öğretmen Okulu’nda parasız yatılı öğrenciliğim
çok iyi geçti. Staj döneminde
“bitki kökleri” konusunu anlatmak için tarlaları dolaşıp
birçok bitki kökü toplayarak derse getirdiğimi ve dersten sonra sınıf
öğretmeninin gözlemci arkadaşlarıma “arkadaşınız
yirmi yıllık deneyimli bir öğretmen gibi ders anlattı.”
dediğini hatırlıyorum. Ne güzel bir onurlandırma!
1963 yılında,
henüz on yedi yaşında iken, Edirne Erkek Öğretmen Okulu’nu
bitirip ilkokul öğretmeni oldum. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan
Düvertepe’deki adresime gelen mektuptan gıyabımda kur’a çekildiğini
ve Çorum ili, Sungurlu ilçesi Müdü köyü ilkokulu öğretmenliğine
atandığımı öğrendim. Süresi içerisinde görev yerime
gidip görevime başladım. Bu arada girebileceğim tek sınav
olan Eğitim Enstitüsü giriş sınavına kendi kendime hazırlandım.
Müdü köyü ilkokulunda okulu açıp eğitim-öğretimi başlattıktan
sonra öğrencileri vekil arkadaşıma teslim ederek izin aldım
ve sınava girmek üzere Balıkesir’e geldim. Girdiğim Balıkesir
Necati Eğitim Enstitüsü giriş sınavını kazanmam
üzerine ilkokul öğretmenliği görevimden ayrıldım ve
Balıkesir Necati Eğitim
Enstitüsü Fen Grubu Öğretmenliği
Bölümüne kaydımı yaptırdım.
1963-1965 yıllarında
Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü’nde parasız yatılı
olarak okudum. Bu okulda da parasız yatılı öğrenciliğim
çok iyi geçti ve hatta bölüm birincisi oldum diye mezuniyet töreninde fotoğraf
albümü hediye ettiler.
1965 yılında,
on dokuz yaşında iken, Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü
Fen Grubu Öğretmenliği Bölümünü bitirip orta dereceli okullarda
öğretmenlik yapma hakkını elde ettim. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan
Düvertepe’deki adresime gelen mektuptan bu defa öğretmenlerimin takdirleriyle
öğretmen okullarında öğretmenlik yapmak üzere seçildiğimi
ve bu okullar arasında
gıyabımda çekilen kur’a sonucu Samsun ili Ladik ilçesi Akpınar İlköğretmen
Okulu Fen Grubu öğretmenliğine atandığımı
öğrendim. Süresi içerisinde görev yerime gidip görevime başladım.
Artık eğitim dönemim bitmişti ve iş-meslek hayatım
başlamıştı. On dokuz yaşında ilkokul öğretmeni
yetiştirmeye başladım. Ne büyük onur!
Samsun ili Ladik ilçesi
Akpınar İlköğretmen Okulu’nda bekar Fen Grubu öğretmeni
iken, Samsun Kız Eğitim Enstitüsü Edebiyat Grubu Öğretmenliği
Bölümünde okuduğu duyumunu aldığım ortaokul arkadaşım
Nuriye'yi 1966 yılında gidip buldum. Bir yılda Nuriye’nin
kalbini de kazandım ve 1967 yılında O okulunu bitirdikten
sonra nişanlandık. Nuriye Yozgat ili Akdağmadeni Ortaokulu
Türkçe öğretmenliğine atandı ve ben bir yıl süreyle
hafta sonlarında Ladik’ten Akdağmadeni’ne gidip geldim. Kamyon
yolculuklarını ve gazete dağıtım arabalarının
ne kadar hızlı gittiğini o yıl öğrendim. Nihayet
eğitim-öğretim yılı geçti ve Nuriye ile evlendik. Nuriye’nin
de tayininin Akdağmadeni’nden Ladik’e olması üzerine tek odalık
bir lojmanda evlilik hayatımız başladı. Neyse ki kısa
süre sonra iki odalı bir lojmana geçebildik. Evli olunca baba da olunuyormuş.
Sevgili kızımız Göksel’in doğumuyla bu onura da sahip
oldum. Ne güzel bir duygu ve mutluluk!
Öğretmen olup ilkokul
öğretmeni yetiştiriyordum, baba da olmuştum ama henüz vatan
görevim askerliğimi yapmamıştım. Garip bir durum belki
ama bu beni rahatsız ediyordu. Nasıl olduysa sevgili eşimle
de anlaşıp askerliğimi yapmaya karar verdim ve 1970 yılında
askere alınmam için askerlik şubeme başvuruda bulundum. O
sırada eşim ikinci defa hamile kaldı ama ben askerlik için
başvuruda bulunmuştum ve bir bebek ile hamile eşimi bırakıp
askere gidecektim. Neyse 1970 yılında Ankara ili Polatlı
ilçesinde Topçu ve Füze Okulunda Yedek Subay Adayı olarak askerliğime
başladım. Yedek subay okulunda da hayat güzeldi. Oğlumuz
Hakan’ın dünyaya gelişini yedek subay okulundayken haber aldım.
Eğitim sonunda dönem
birincisi oldum diye törenle saat bile verdiler. Tek hoş olmayan
olay, 12 Mart 1971 Askeri Muhtırasının verilmiş olması
ve sonraki gelişmelerdi. Askerliğimin geri kalan on sekiz ayını
Adana’da 6.Kolordu Komutanlığı Topçu Grup Komutanlığı’nda
yaptım. Askerlik bitiminde tekrar Akpınar İlköğretmen
Okulu Fen Grubu öğretmenliğine döndüm. Döndüğümde oğlum
Hakan on beş aylık olmuştu. Ben yokken çektiği çile
ve katlandığı fedakarlıklar için Eşime minnettarlığımı
ve teşekkürlerimi her zaman ifade ederim.
Çocuklarımız
Ladik’te büyüdüler, lojmanda rahatımız da iyi idi ama bu arada
başka yerler ve yaşam tarzları görmeden de yıllar gelip
geçiyordu. Hakkımızda daha hayırlı olacağını
düşünerek 1974 yılında naklen tayinimizi istedik. Kıbrıs
Barış Harekatı ile birlikte bizim de naklen tayinimiz Aydın
ili Germencik ilçesi Ortaklar İlköğretmen Okulu’na yapıldı.
Dokuz yıl gibi uzun bir süre bir yerde kalıp alıştıktan
sonra yeni bir yere yerleşmenin ve alışmanın zorlukları
oluyor. Biz de bu zorlukları Ortaklar’da yaşadık ama buraya
da çabuk alıştık. Ancak siyasi bunalımlı zor dönemler
yaşadık. 1979 yılında kızımız Göksel
Ortaokul birinci sınıfta ve oğlumuz Hakan İlkokul dördüncü
sınıfta idi. İzmir’de birikimlerimizle ve borçlanarak aldığımız
ev de bitmişti. Bu defa İzmir’e naklen tayinimi istedim ve İzmir İnönü
Lisesi Fen Bilgisi Öğretmenliğine naklen tayin oldum. Eşim
ve çocuklarımın da gelmesiyle İzmir’de kendi evimizde oturur
ve yakın bir okulda öğretmenlik yaparak yeni bir yaşam sürmeye
başladık. O zamanlarda İzmir’de okullarda ikili öğretim
uygulanıyordu ve öğretmenlerin boş vakitleri çoktu. Pazarcılık
ya da pazarlamacılık yapan özel ders veren arkadaşlarımız
vardı. Ben de denedim ama beceremiyordum. Bir şeyler de yapmak
istiyordum. 1980 yılında 12 Eylül Müdahalesi olmuştu ve gene
değişik bir dönem yaşıyorduk. İşte 1980 yılı
sonlarında bizim için kader ağlarını nasıl örmüşse
birden hayatımız değişmeye başladı. Bir akşam
yemeğinde televizyonda üniversitelere giriş sınavı için
başvuruların ertesi gün sona ereceği anonsunu duydum. Hemen
sevgili eşime biraz da şaka olarak “bak son fırsatmış,
kaçırmamalıyım, başvurayım mı?” dedim. Eşim
ciddiye aldı ya da bana öyle geldi “tabii ya başvursan iyi olur.”
deyince bu sefer ben onun demesini ciddiye aldım. Ertesi gün ayın
son günü olduğundan bizde yatıracağımız harç parası
yok, çalıştığımız okulda da başvuru formu
yok. Neyse kader ağlarını örmüş ya işler yolunda
gitmeli. Bir dosttan bir günlüğüne borç para aldık ve bir başka
okuldan form bulup başvurumu yaptım. Bundan sonra artık sınav
için hazırlanmam gerekti. O zamanlar gazetelerde sınava hazırlık
sayfaları vardı ve ben elime geçen her gazetenin sınava hazırlık
sayfalarındaki sorularını çözmeye başladım. Öyle
ki yerde gördüğüm gazete parçalarını bile alıp soru
sayfası mı diye kontrol ediyordum.
1981 yılında,
otuz beş yaşında iken, üniversitelere giriş sınavına
girdim ve birinci tercihim olan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni 25.sırada
olarak kazandım. Doğrusu bu başarıyı beklemiyordum.
Belki devam zorunluluğu olmayan Hukuk Fakültesi gibi bir Fakülteyi
kazanabilmeyi istiyordum. Ailemle birlikte bir durum değerlendirmesi
yaptıktan ve onların da onayını aldıktan sonra
kaydımı yaptırmaya karar verip 1981 yılında Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım.
Öğrencisi olduğum
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi İzmir’in bir ucunda, öğretmenlik
yaptığım İnönü Lisesi diğer ucunda ve ulaşım
sorunu had safhada. İnönü Lisesi’ndeki yöneticilerim çok anlayış
gösterdiler ve destek verdiler. Az sayıdaki derslerimi günün son saatlerine
programlıyorlardı; kendilerine minnettarım. Ben, erkenden
tıp fakültesine gidip dersleri alıyor ve son derslerden biraz
erken ayrılıp İnönü Lisesi’ndeki derslerime yetişiyordum.
Rahatlıkla söyleyebilirim ki her iki okuldan da benim görevimi aksattığım
gibi şikayet ve hatta
memnuniyetsizlik olmadı. Hatta İnönü Lisesi’nde çocukları
benden ders alan arkadaşlarım, çocukları benden ders aldıkları
için memnuniyetlerini ifade ediyorlardı. Ne gurur verici bir durum!
Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde öğrenciliğim de iyi geçti. 5.sınıfta iken
kızım Göksel’in de Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanmasıyla
birlikte aynı okulda okuyan baba-kız öğrenci olmamız
daha güzeldi. İntörnlük döneminde stajları yapabilmek için İnönü
Lisesi’nden İzmir Akşam Ticaret Lisesi Fen Bilgisi Öğretmenliğine
naklen tayinimi yaptırdım ve böylece biraz daha rahat oldum. Sabredince
zor günler geçiyor ve güzel günler nasıl olsa geliyor. 1987 yılında,
kırk bir yaşında iken, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden
Tıp Doktoru olarak 11.sırada mezun oldum.
1987 yılında,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu Tıp Doktoru olarak katıldığım
zorunlu hizmet kur’a çekiminde Rize ili Ardeşen ilçesi Tunca Sağlık
Ocağı Hekimliği’ni çektim. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan
alınan muvafakatla Eğitim Hizmetleri Sınıfı memurluğundan
Sağlık Bakanlığı’na bağlı Sağlık
Hizmetleri Sınıfı memurluğuna geçmiş oldum. Personelimle
birlikte, Kaçkar dağları eteklerindeki Tunca Sağlık
Evi’ni Sağlık Ocağı olarak faaliyete geçirip hizmet
vermeye çalıştık. Beş ay kadar Tunca Sağlık
Ocağı hekimi olarak görev yaptıktan sonra Rize il merkezindeki
2 nolu Sağlık Ocağı Hekimliği ve Sağlık
Müdür Yardımcılığı görevine atandım. Rize’de
ailemden ayrı idim ve böyle giderse Rize’de uzun süre kalacağım
gibi geliyordu. Tıpta Uzmanlık Sınavına (TUS) girmeyi
bir çıkış yolu olarak gördüm ve aileme kavuşmak isteğiyle
bu sınava girmeye karar verdim. Hazırlık için yirmi günüm,
daha doğrusu mesaiden sonra kalan yirmi yarı gecem vardı
ve programımı ona göre yapmıştım. Bu yirmi günde
programımı aksatmadan uygulamak istiyordum. Bu arada İzmir’den
Rize’ye ziyaretime gelen eşime “neden geldin?” dediğimi eşim
arada sırada hatırlatır ve beni utandırır.
1988 yılında
ilk kez girdiğim TUS sınavında üçüncü tercihim olan Ege Üniversitesi
Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Biyokimya ve Klinik Biyokimya
Asistanlığını kazandım. 1988-1992 yılları
arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı’nda
Biyokimya ve Klinik Biyokimya Asistanlığı günlerim çok güzel
geçti. Asistanlık süremin bitiminden sonra aynı yerde Biyokimya
ve Klinik Biyokimya Uzmanı olarak Çalışmaya devam ettim.
Burada Uzmanlık günlerim de çok güzeldi.
1995 yılında,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Biyokimya Laboratuvarı’nda
Biyokimya ve Klinik Biyokimya Uzmanı iken, hocalarımın referansıyla
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanından kuruluş
halinde olan fakültelerinde öğretim üyesi olmam teklifini aldım.
Hocalarımın referansları beni çok onurlandırdı.
Bunu bir istek veya emir gibi düşündüğüm için Dekanın teklifini
kabul ettim. Başvuru ve diğer işlemlerin gerçekleşmesiyle
birlikte 1995 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik
Biyokimya Laboratuvarı Biyokimya ve Klinik Biyokimya Uzmanlığından
Adnan Menderes Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Biyokimya Anabilim Dalı öğretim üyeliğine Yardımcı
Doçent olarak naklen atandım. Adnan Menderes Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde mezuniyet öncesi tıp eğitiminin programlanması
ve Araştırma Hastanesi Klinik Biyokimya laboratuvarının
kuruluş çalışmaları yaptım. Fakültede mezuniyet
öncesi tıp eğitimi başladıktan sonra probleme dayalı
öğrenme çalışmalarının programlanması ve organizasyonundan
sorumlu birimin başkanlığı ile birinci sınıf
koordinatörlüğünü üstlendim. Ayrıca Aydın Sağlık
Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Müdür Yardımcılığı
görevini de üstlendim.
Zaman çabuk geçiyor,
zor günler de. Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesinin kuruluş
yıllarında bunaldığım, kendimi kötü hissettiğim
günlerim oldu. Zorlandım ama sabrettim. Böylece sekiz yıl geçti
ve bu arada doçentlik sınavına girebilmem için asgari şartları
sağladığımın farkına vardım. Bunun üzerine şansımı
denemek amacıyla 2003 yılı Mayıs döneminde doçentlik
sınavına başvurumu yaptım. Belirlenen jüri üyesi hocalarımın
takdirlerine mazhar olmuşum ki dosyamın uygun bulunmasıyla
sınava çağrıldım. 16 Nisan 2004 günü girdiğim doçentlik
sınavı sonunda Doçent ünvanı aldım.
2008 yılında iki onur
yaşadım: Birincisi, Kurumumca Füsun Sayek Bilim ve Hizmet Ödülüne
aday gösterilmem; ikincisi de öğretmen ve tıp fakültesi öğretim
üyesi olarak tıp alanında verdiğim hizmet ve eğitimlerden
dolayı
Aydın televizyonu 15. Geleneksel Örnek Hizmet Ödüllerinden Eğitim
Dalında Örnek Hizmet Ödülüne layık görülmemdir. Daha güzeli,
kazandığım ödül üzerine çoğu mesai arkadaşımın "tebrik
ederiz, bir ödül ancak bu kadar yerini bulur; senden başkasına
verilmesi yanlış olurdu" biçimindeki ifadeleridir.
Ancak ben hayatı
bir okul ve kendimi de bir öğrenci olarak kabul ediyorum ve bilmediğim
çok şey olduğunu düşünerek halen bir şeyler öğrenmeye
çalışıyorum.
2009 yılı
Ağustos ayında "....
Zaman çabuk geçti; 64
yaşına geldiğimde Doçentlikte bekleme sürem doldu ve çalıştığım
kurumda Profesörlük unvanı için kadro açıldığını
ve ilan edildiğini öğrendim. Açılan Profesörlük kadrosu için,
sevgili dostların teşvikiyle başvurmaya karar vererek bu
dosyayı hazırladım.
Dosyayı inceleyecek
jüri üyelerinin, sonrasında diğer yetkili kurul üyelerinin ve
onay makamının verecekleri kararları saygıyla karşılayacağımın,
Profesörlük kadrosuna hak ediyorsam atanmayı istediğimin bilinmesini
diliyorum. Profesörlüğe henüz alışmakta iken, Aralık 2009 ayı sonlarında Dekanımız Sayın Prof.Dr. Öner ŞAVK'ın istifa etmesi üzerine Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Şükrü BOYLU'dan Fakültem Dekanlığına atanma teklifi aldım. Bu benim için büyük onurdu. Ancak yöneticliğin de herkesi memnun etme açısından çok zor bir iş olduğunun bilincindeydim. Bu nedenle Sayın Rektörüme teşekkürlerimi arz ederek "şimdiye kadar kazandığım ve çok önem verdiğim, arkadaşlarımın sevgisini kaybederim endişem nedeniyle görevi kabul edemeyeceğimi bildirdim. Daha sonra sevgili dostlarım, endişelerim konusunda beni rahatlattılar, sevgili arkadaşım Sayın Doç. Dr. Eray COPCU'nun da diğer dostlarımla birlikte "fakültemizde birlik ve beraberlik, güven ve huzur ortamının sürdürülmesi için görevi kabul etmeniz gerekir, iş konusunda rahat olun, size hiçbir iş yaptırmayacağız, yardımcınız olacağız, bütün işleri biz yapacağız; başımızda siz olun yeter" diyerek ısrarcı olması üzerine teklif edilen görevi onur duyarak kabul ettim. Ancak, YÖK başkanı tarafından Fakültem Dekanlığına vekaleten atandığımı, 31 Aralık 2009 Çarşamba günü beyin damarlarında tıkanma (CVO) nedeniyle kaldırıldığım üniversitemiz hastanesinde tebellüğ ettim. Vekaleten dekanlık görevim süresince, yardımcılarım Sayın Doç. Dr. Eray COPCU, Sayın Prof. Dr. Ali Rahmi BAKİLER (daha sonra Sayın Doç. Dr. Rauf Onur EK), başkoordinatörümüz Sayın Prof. Dr. Mustafa Harun GÜRSOY, Başhekimimiz Sayın Prof. Dr. Sabri BARUTÇA'nın olağanüstü çalışmaları, Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Şükrü BOYLU'nun destekleri ve diğer tüm çalışma arkadaşlarımın yardımlarıyla, Üniversitemiz hastanesinin merkez kampüsteki yeni binasına taşınması ve açılışı, 2010 Tıp Bayramı etkinlikleri, Dekanlık ve Eğitim binamızın açılışı, 2009-2010 mezuniyet töreni ve 2010-2011 açılış töreni gerçekleştirildi. Sevgili Arkadaşım Doç. Dr. Eray COPCU'nun deyişiyle her şey yolunda giderken 8 Ekim 2010 Cuma günü ağır bir klinik tablo ile gene üniversitemiz hastanesine kaldırılıp tedaviye alındım. Anladım ki; artık çalışma hayatımı sonlandırmamın zamanı geldi. Bu arada üniversitemizde yeni dönem rektör adayı seçimlerinin yapılıp sonrasında yeni dönem rektörümüzün atanmasıyla vekaleten dekanlık göreviminden istifa ettiğimi yeni dönem Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Mustafa BİRİNCİOĞLU'na arz ettim. Onurla yerine getirdiğim görevimi devrettikten sonra yasal prosedürleri bekledim; yasal prosedürlerin tamamlanmasından sonra 1 Nisan 2011 tarihi itibariyle emekli oldum ve Kuşadası’na yerleştim. Yöneticilik görevim sırasında bana karşı sevgilerinde azalma olan arkadaşlarımın beni bağışlamaları için kendilerinden özür diliyorum ve tüm çalışma arkadaşlarıma "hakkınızı helal edin" diyorum. Ben halen kendimi bir öğrenci olarak kabul ediyorum ve bilmediğim çok şey olduğunu düşünerek emeklliğim süresince de sağlığım elverdikçe bir şeyler öğrenmek için çalışacağım ve öğrendiklerimi sitemde genç yaşlı tüm dostlarımla paylaşacağım.
Adnan Menderes Üniversitesi
Tıp Fakültesinin kuruluş yıllarındaki öğretim üyeliğimin
zor günlerinde güzel olaylar da oldu. Kızım Göksel, torunum Özge’yi
dünyaya getirdi. Yeni doğmuş torunumun başucunda oturup onu
seyretmek, anlaşılmaz biçimde gülümsediğini görerek mutlu
olmaktan daha büyük mutluluk olamaz gibi geliyor. Gene bu dönemde oğlum
Hakan, İngiltere’ye gitti ve Londra’da evlenip kalarak orada yaşamayı
seçti. Hakan’ın sevgili Eşi Suzi de önce Zeki ve sonra Ruben olmak
üzere iki erkek torun verdi.
Sarı alan yaylasındaki
manda çobanı (eşimden hoş görmesi ricasıyla) çocuk,
halen Adnan Menderes Üniversitesi’nde
öğretim üyesidir ve torunları Londra’nın Sarı alan
yaylasının birkaç misli büyüklüğündeki modern parklarında
oynayarak çocukluklarını yaşamaktadırlar. Ne dersiniz? Sevgili Öğrencilerime her fırsatta yinelediğim sözlerimi bir kez de burada yinelemek isterim: Sevgili gençler, öncelikle birbirinizle iyi geçininiz, birbirinizi seviniz, birbirinize karşı saygılı ve hoşgörülü olunuz. Büyük lider Mustafa Kemal Atatürk önderiniz olmalıdır. O'nun ilke ve inkılaplarına sahip çıkmalısınız. O, "benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Hayatta her şey için; maddiyat için, maneviyat için en hakiki mürşit ilimdir fendir. İlim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, dalalettir, cehalettir" diyor. Bunu asla unutmayınız. Çağımız bilgi ve bilişim çağıdır. Bilgi, hızla değişmekte ve dev boyutlarda artmaktadır. Bilgideki değişmeleri iyi izlemek için çok okuyunuz, anlayınız, düşününüz, sorgulayınız, üretiniz. Böylece; eleştirel düşünmeyi ve öğrenmeyi öğrenmiş, araştırma becerisi ve iletişim becerisi kazanmış, yaşam boyu okuma alışkanlığı edinmiş, özgüvenli, etik değerleri ve topluma karşı sorumluluk duygusu gelişmiş bireyler olunuz.
Bu fani hayatta tanıdığım
büyüğüm ve küçüğüm tüm insanlardan çok şey öğrendim;
hepsine ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum.
14
Kasım 2010 |